Blog okumak kafa dağıtır, ordan oraya götürür, farklı pencerelerden baktırır insana. Ben de elimden geldiğince, dilim döndüğünce burada bir şeyler karalıyorum. Aşağıda ki ''Blog Konuları''ndan kafanıza göre bir şeyler seçip okursanız, bir şeyler paylaşmış oluruz..
11 Ekim 2011 Salı
Atilla İLHAN
Atilla İLHAN o. Aslında çok söze gerek yok.Gereği geçtim haddime bile değil onun için cümleler kurmak..
Ama bugün onun ölüm yıldönümü. Tüm şiirlerin,tüm şairlerin yetim kaldığı gün bugün. Çok uzun zaman olmadı aslında o bu dünyadan göçeli. 6. yılı geride bıraktık bugün. Ama şiirler için o kadar uzun geçti ki bu zaman. Bitmek bilmedi adeta.
Şiirlerin ''kaptanıydı'' o. Yazdığı şiirler 7'den 70'e herkesin damarına bastı, herkesin yarasına dokundu, herkesin canını acıttı. Kelimelerle dans etti ömrü boyunca. Alfabedeki tüm harfler onun önünde saygıyla eğildi. Anlattıkları her teldendi. Ama en çok aşkı anlattı o. Aşkı anlattığı için hayatı anlatmış oldu bize.
Keşke hala aramızda olsa da yüreğimize şiirleriyle su serpebilse.. Ama olduğu yerde de huzurlu olduğuna şüphem yok. Işıklar içinde yat kaptan..
6 Ekim 2011 Perşembe
Twitter teşhirciliği
Teknoloji aldı başını gitmekte.Her geçen gün yeni yeni şeyler giriyor hayatımıza.
İyi güzel hoşda bazen bokunu çıkarıyoruz gibime geliyor.
Twitter bu alanda başı çeker.Adam tualete giriyor ''tualetteyim'' diye tweet atıyor.
Ve bilmem kaç takipçiside bununla ilgileniyor çok gariptir ki.
Bu bana teşhircilikten başka birşeyi çağrıştırmıyor.Orasını burasını göstermek değilde
her dakika ne yaptığını tanımadığı insanlarla paylaşmak teşhircilik değilde nedir ?
5 Ekim 2011 Çarşamba
George Best
Kuzey İrlanda'nın başkenti Belfast'ta dünyaya gelen bu efsanevi adam futbolun gelmiş geçmiş en yetenekli adamlarından birisi olarak anılıyor.Man. Utd. ile özdeşleşen george 1968'de Avrupa'da yılın futbolcusu ödülünü aldı.
Bu yetenek abidesi adam ''Futbol'un James Dean'ı '' olarak kabul gördü.Alkol,kumar ve sex üçgeninde hayatını ve futbolu bir arada çok uzun süre idare edemeyen best'in futbol hayatında 70 lerde düşüş başladı ve kısa süre sonra futbolu bıraktı.James Dean olarak anılmasının bir nedneide futbol hayatının kısa sürmesinden ileri geliyor.
Best 1968,1969 ve 1970 dünya güzelleriyle sırasıyla birlikte oldu.Best'in kadın düşkünlüğü kaldığı bir otelde garson tarafından şöyle hikaye edilmektedir ; ''Kahvaltı servisi için odasına girdiğimde o senenin dünya güzeli ile sevişiyorları ve heryerde pound'lar vardı,çok şaşırmıştım''.
Best'i benim için diğer futbolculardan ayrıan en önemli özellik zekasıydı.Diğerleri gibi konuşurken ''ııı,eee'' türü beyanatları olmadığı gibi kurduğu cümleler silme yazarlara taş çıkartır cinstendi.''Hayatta herşeye,herkese çalım attım,alkole atamadım'' diyen george'nin ölümüde alkol'den oldu.Karaciğerleri daha fazla dayanamayan futbolcuya 2002'de karaciğer nakli yapıldı,fakat futboldaki zekasını burada kullanamayan efsanevi futbolcu içkiye devam etmişti.Ve çok geçmeden 27 ekim 2005'te öldü.
20 Kasım 2005'te tabloit gazetesinin haberine göre son sözü ''benim gibi ölmeyin'' olmuştu.
Belki hakettiği kadar ilgiyi görmedi ama bunda kendisinin payı yadsınamayacak kadar fazlaydı.Bu kadar zeki ve yetenekli bir adamın kumar,kadın,alkol üçgeninden çıkamaması onun sonunu getirdi.
Yine de iyi ki vardı,iyi ki futbolcuydu..
Bu yetenek abidesi adam ''Futbol'un James Dean'ı '' olarak kabul gördü.Alkol,kumar ve sex üçgeninde hayatını ve futbolu bir arada çok uzun süre idare edemeyen best'in futbol hayatında 70 lerde düşüş başladı ve kısa süre sonra futbolu bıraktı.James Dean olarak anılmasının bir nedneide futbol hayatının kısa sürmesinden ileri geliyor.
Best 1968,1969 ve 1970 dünya güzelleriyle sırasıyla birlikte oldu.Best'in kadın düşkünlüğü kaldığı bir otelde garson tarafından şöyle hikaye edilmektedir ; ''Kahvaltı servisi için odasına girdiğimde o senenin dünya güzeli ile sevişiyorları ve heryerde pound'lar vardı,çok şaşırmıştım''.
Best'i benim için diğer futbolculardan ayrıan en önemli özellik zekasıydı.Diğerleri gibi konuşurken ''ııı,eee'' türü beyanatları olmadığı gibi kurduğu cümleler silme yazarlara taş çıkartır cinstendi.''Hayatta herşeye,herkese çalım attım,alkole atamadım'' diyen george'nin ölümüde alkol'den oldu.Karaciğerleri daha fazla dayanamayan futbolcuya 2002'de karaciğer nakli yapıldı,fakat futboldaki zekasını burada kullanamayan efsanevi futbolcu içkiye devam etmişti.Ve çok geçmeden 27 ekim 2005'te öldü.
20 Kasım 2005'te tabloit gazetesinin haberine göre son sözü ''benim gibi ölmeyin'' olmuştu.
Belki hakettiği kadar ilgiyi görmedi ama bunda kendisinin payı yadsınamayacak kadar fazlaydı.Bu kadar zeki ve yetenekli bir adamın kumar,kadın,alkol üçgeninden çıkamaması onun sonunu getirdi.
Yine de iyi ki vardı,iyi ki futbolcuydu..
28 Eylül 2011 Çarşamba
Kadınlar Tarih Yazıyor !
Eda,Neslihan,Bahar,Polen,Özge,Gülden
İsimlerini yazarken bile gurur duyuyorum onlarla.Voleybol Kadın Milli Takımımız yarı finale çıktı.
Yenilmez denen Rusya'yı bu akşam net bir skorla 3-0 mağlup ettiler.Peki neden voleybolculaırmız
büyük bir ilgi görmüyor? Çok merak ediyorum bunu.Basketbolcular ikinci olunca dünyayı ayağa kaldırdık,
milyonlarca prim verdik.Futbolcular gruptan çıkınca bile göklere çıkarıyoruz.Kadınlarımız başarılı olunca
neden onlarla sevinemiyoruz.Neden eksik bırakıyoruz onları.Bir futbol maçını merakla beklediğimiz gibi merakla takip etmiyoruz bu şampiyonayı.Onların her set alışlarında gözlerindeki mutluluğu görmek için o kadar meraklanmıyoruz.
İnanın bana çok büyük haksızlık yapıyoruz onlara.Rusya gibi bir devi yendikleri halde haberlerde son sıralarda bile yer bulmadı bu kızlar.Ben pozitif ayrımcılık yapıyorum.Hepsini teker teker alınlarından öpüyorum.
Bu şampiyonada bu kızlara gösterilmeyen ilgide umarım en kısa zamanda gösterilir.
İstanbul
İstanbul'da yaşamak çoğu insan için bela birşeydir.İstanbul'da yaşayanlar içinde yaşamayanlar içinde.
Yaşayan trafiğinden dert yanar,yaşamayan o ''şehirde yaşanırmı abi yeaa'' diye söylenir durur.
Ama İstanbul'da yaşamak başka birşeydir yine de.İstanbul'u sevmeyenlerin bile içinde bi uktedir sanki.
Evet çok zor yanları vardır.On dakikalık yolu iki saatte gitmek normal bir insanın katlanabileceği birşey değildir belki yada mavi minibüslerin aralıksız kornalarını gün boyu kulaklarında hatta beyninde hissetmek hoş bir şey değildir.Hele köprü trafiğinde çişinin gelmesi ve senin bir adım bile ilerleyemiyor oluşun çaresizliğin doruk noktasıdır.
Ama bunca şeye rağmen istanbulda yaşamak başkadır.Boğaz kıyısında bir bardak çay içmek.Geçen gemileri izlemek umarsızca yada vapurda martılara simit atarken onların bağırışlarını dinlemek o trafiği falan unutturur adama.
Tüm pisliklerine rağmen burada yaşamak güzelmiş be.İstanbul değişik biyermiş..
3 Eylül 2011 Cumartesi
akıl fikir delisi 2
Asansörde okudum ilk başta.kocaman puntolarla 28 Ağustos günü sitede büyük bir toplantı olduğu yazıyordu.Çok değerli site yönetimi asansörü duyuru panosu gibi kullanma alışkanlığına devam ediyordu.Bir süre sonra asansöre ilk okul tadında ''konuşanlar'' başlığı altında site sakinlerinin isimlerinin yazılabileceği falan geldi aklıma.Neden olmasındı burası öyle bir siteydi işte.Asansörün her yeri kağıt dolmuştu.Hayır asıyorsun,tarihi geçtikten sonra neden kaldırmıyorsun arkadaş.Senin işin yöneticilik değil mi.Duyurmak yöneticilikte ondan sonrası manavlık mı?
Her neyse asansörden inerken saçma sapan bir ruh hali içerisindeydim.Çünkü toplantıda çok önemli şeyler konuşulacağı yazıyordu.Acaba ne olabilirdi ki.Beni siteden atmaya karar vermiş olabilirlermiydi?Her gece geç saatte eve gelip sabaha kadar müzik dinlemem artık insanların canına tak mı etmişti acaba?Ya da çöpleri vakitli vakitsiz kapının önüne koymam mı sıkmıştı canlarını.Yoksa ben paranoya mı yapıyordum?
O gün gelmişti.Sanki site yönetimini ciddiye almıyormuş gibi spor bir kıyafetle gittim toplantı odasına.Site yöneticisi Mete Bey kocaman göbeği ve ciddi suratıyla siyah takım elbisesi içinde bakan izlenimi yaratmıştı kendince.yanına iki tane koruma koysan bildiğin bakandı işte adam.Onu ciddiye almamakla hata mı etmiştim?Altımtaki kapri ve onun üstündeki kısa kollu kurukafa desenli tişörtüm çok mu spor kaçmıştı böyle bir toplantıya?
Sanırım çok önemli bir şey konuşacaktık.Mete Bey'in ciddiyetine bakılırsa bizim siteyi yıkmak üzere olabilrlerdi.''yol geçecek sitenizden,yıkıyoruz'' demiş olabilirlerdi.Hatta Mete Bey'İn yüz ifadesine bakılırsa yıkım ekipleri birazdan geleceklerdi.
Mete Bey uzun masanın en başına oturdu.Toplantıya katılım,en son referandumdan daha yüksekti.Mete konuşmaya başladı,kısa bir hoşgeldinizden sonra asıl önemli konuya girdi; ''biliyorsunuzki evlerimiz bizim için çok önemli (aha yıkacaklar lan evi),işte bu yüzden çok değerli bir site sakinimizin önerisini dikkate aldık (lan! sanırım beni atmayı önermiş adam).evlerimizi ilaçlamaya karar verdik ,böcek çıkmış birkaç evden(ohh,bu muydu lannn).
O an itibariyle önce Mete Bey'in sonra bu ilaçlama işini öneren dingilin ağzını burnunu kırasım gelmişti.Hem beni paranoyaklaştırmışlar,hem de zamanımı çalmışlardı.
Mete Bey'in yöneticilikten önceki hayatının çok boş geçtiğini ve yönetici olduktan sonra hayatının anlam kazandığını farkettim.Ve onu da öyle kabullenmeye karar verdim.Kim biraz deli değildi ki?
2 Eylül 2011 Cuma
akıl fikir delisi
ev kalabalıktı,malum bayram;bütün akrabalar toplanmış.çoluk çocuk gırla.metrekareye 3 tane çocuk düşüyordu bir ara.beynim yerinde değildi sanki.o kadar çok çocuk vardı ki,halıdaki yayılmış oyuncaklarıyla bütünleşmişlerdi galiba.bir ara üç yaşlarında tanımadığım bi çocuğu oyuncak bi kamyona binmiş gibi gördüm.korktum.kocaman çocuk oyuncağın içine nasıl girdi lan diye düşündüm.gözümü hemen başka bir yere çevirdim.orda da biraz önce gördüğümden farklı bir şey yoktu aslında.iki yaşındaki kuzenim elindeki bebeğe bir şey yedirmeye çalışıyordu.ve işin ilginci o bir şey yedirmeye çalıştığı oyuncak bebek konuşuyordu lan.''ımmm çok doydumm'' dedi o plastik saçma sapan alet.ben iyiden iyiye tırsmıştım.başka bir yere bakmaya yeltenir gibi oldum.hemen aklıma ''ya başka bir çocuk-oyuncak bütünleşmesi görürsem'' geldi,bende gözümü kapattım.çok pis yusuf yusuf olmuştum.etrafımda sayamadığım kadar çok çocuk vardı.hepsi birleşse beni dövebilirlermiydi ki acaba.hepsinin yaşını toplansan benim yaşımı belki biraz geçerdi ama birlikten kuvvet doğarmıydı ki.ben dayağı yermiydim acaba.gözümü açmadım bir süre,öyle durdum.biraz sonra sesler kayboldu,hiç çocuk sesi gelmiyordu.hatta hiçbir ses gelmiyordu.tek gözümü aralayarak baktım.hepsi yan yana dizilmiş beni izliyordu.daha çok tırsmaya başlamıştım.onlarla ilgilenmiyormuş gibi yaptım.başka yöne baktım,başımı havaya kaldırdım ıslık çalarak.sanki bir sinek varmış da onu yakalamaya çalışıyormuş gibi yaptım.yemediler.zamane gençliği çok akıllanmış.ben tekrar gözümü kapattım.ve götüm götüm kayarak odadan çıktım.kaçtım.
31 Ağustos 2011 Çarşamba
uzun ince bir yol
Yollar;doğduğumdan beri kaç kilometre yol gitmişimdir acaba?Ne kadar yol yapmışımdır,toplasam dünyanın etrafını dönmeye yeter mi ki.
Böyle abuk sabuk düşüncelerle bilmem kaçıncı yolculuğuma çıktım..Bayram tatili,haftasonu tatili,cart tatili,curt tatili derken kocaman olan tatili değerlendirelim dedik..
Otobüsün en ön koltuğundan bazı izlenimlerim var sizlere ; İstanbul Ankara arası Türkiye de'ki en kolay yollardan biri aslında.Ülkemizde adam gibi olan tek otoban burasıdır herhalde.Hiçbir yere girmeden 5 saatte Ankara'ya ulaşıyor otobüsler.Ama benim tercih ettiğim firma mola da kendi tesisine girmek için bir saati boşa harcayınca yol biraz uzuyor.Olsun yine de zevkli.şeritleri ayıran çizgileri falan sayıyosun sıkılınca.Düşünün o kadar da yavaş gidiyoruz.
Bolu'ya ayrı bir parantez açmam gerekiyor sanırım.Mola verdiğimiz yerde otobüsten inince resmen oksijen çektim içime.Katkısız,mazotsuz oksijendi.Uzun zaman olmuş böyle temiz hava görmeyeli.Alabildiğim kadar nefes aldım yarım saat içinde.Yemyeşil dağları izlemekte ayrı bir keyif oldu..
Neyse ben kulaklığımı takıp yolu seyretmeye devam edeyim.İyi bayramlaaar..
29 Ağustos 2011 Pazartesi
Muhaliflerin Sesi; Ali Ferzad !
Karikatür;insanların düşüncelerini,duygularını en güzel ve ilgi çekici biçimde yansıtma sanatıdır.Evet bu bir sanattır ve karikatüristler sanatçıdır.Hemde toplumun en değerli sanatçıları içerisindedirler.
Karikatürist korkmaz,çekinmez,düşündüğünü yazar,düşündüğünü çizer.
Toplumda baskı ne kadar artarsa karikatüristin özgürlük alanı o kadar daralır fakat üzerine düşen sorumlulukta bir o kadar artar.
Suriye'de Esad devrilmek üzere.Muhalifler büyük isyan içerisindeler.Muhalifler içerisinde birisi var ki en büyük saygıyı hakediyor.Ali Ferzad.Muhalif karikatürist,çizer.Suriye lideri Esad ve Mübarek'i birlikte otostop yaparken gösterdiği bir karikatür çizmişti.Ali Ferzad'ı sokakta yürürken Suriye'li güvenlik güçleri yada Esad yanlıları kaçırıyor ve birdaha çizmesin diye parmaklarını kırıyorlar,sakalını kesiyorlar ve başına poşet takıp sokağa atıyorlar.
Bu insanlığa yapılan en büyük hakaretlerden birisidir.İnsanı insan olduğuna utandıracak rezil bir harekettir ve ancak Suriye gibi geri kalmış,demokrasiyi kaldıramamış dikta ülkelerinde olur.
Leman son sayısında Ali Ferzad'a açık bir mektup yazarak onun yanında olduğunu belirtip,gelecek sayısında Suriye ile ilgili karikatürler koyarak altına Ali Ferzad'ın imzasını atacağını duyurdu.Leman'ı buradan en içten duygularımla selamlıyorum,saygılarımı iletiyorum.
Belki sesim çok çıkmaz ama hem Ali Ferzad'ın hem de Leman'ın yanında duruyorum,ve bununla gurur duyuyorum..
24 Ağustos 2011 Çarşamba
Akıl fikir delisi- 3
Bekar evi temizliğinden kasıt tek yaşayan erkeklerin evlerini temizleme olayıdır.Birçok komplike işi gerektiren bu işlem hakkında bir takım tespitlerim var.Bu tespitleri kendi evimden ve yalnız yaşayan arkadaşlarımın evlerinden yaptığımı belirtmek isterim.
Öncelikle bekar evi denen olgu çok eski zamanlardan beri süregelen bir şeydir.Genelde bekar yaşayan erkekler öğrenci olduklarından evi b.k götürmesi olasıdır.
Ancak bu genelleme dışında kalan istisna bekar evleri de mevcuttur.Onları tenzih ederim.Bu evler genelde mikropların en sevdiği ev gruplarındandır.Evde her gün temizlik yapan bir anne yada eş olmadığından mikroplar tarafından sevilir bekar evleri.
Haftada bir,bilemedin iki kez yemek yapılan mutfaklara sahip olan bekar evleri buna rağmen mutfak pisliği bakımından son derece ileri bir seviyededir.Yemek derken türlü,et sote gibi şeyler değil canım;makarna altı üstü.Üç gün önce yapılmış ve bulaşık tencere lavobonun içinde unutulmuşsa makarna kalıntıları artık evrimleşerek bambaşka bir şey haline gelmiştir.Tarif etmem imkansız çünkü tarifsiz bir kıvama gelir makarna artıkları.
Salon diye bir kavram yoktur.Bekara her yer salondur.Yatak odası da var ile yok arasındadır,zira bekar adam nerde uykusu gelirse orda yatıp uyuyabilme yeteneğine sahiptir.Televizyonun ya da ışığın açık-kapalı olması pek farketmez.
Temizlik işlerine anne yada eş değil bekarın bizzat kendisi bakmaktadır.E bu nedenle temizlik ayda bir kez yapılır.Malum öğrenci milleti yoğundur! Yiğidi öldür hakkını yeme,bekar bir adam çok güzel temizlik yapar.Hoş canı çıkar bu temizliği yaparken ama temizlik konusunda bir süre sonra uzmanlaşmışdır.Peki neden uzmanlaştığı halde evi b.k götürmektedir.Bunun nedeni erkek denen varlığın özünde ev temizleme içgüdüsünün az miktarda bulunmasıdır.
Bekar,evi temizler ''ohh be miss gibi oldu'' demesinden yaklaşık yarım saat sonra kapı çalar.Gelen diğer bekargillerdir.Ve ev yaklaşık 1 saat içerisinde tekrar eski pisliğine,yani özüne kavuşur.
İşin özü bekar evleri bildiğiniz evlerden değildir.
21 Ağustos 2011 Pazar
Can baba bize bakıyor..
Can YÜCEL..O'nu kelimelerimle anlatmak,anlatmaya çalışmak haddim değil.Bunu bilerek başlıyorum yazmaya.Kelimelerle dans eden bu yüce adamın başından geçen bir hikaye ile devam edicem.
Malum dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel. Can Yücel'in babası aynı zamanda.Önce milli eğitim bakanı,sonra Can Yücel'in babası.neden böyle dediğimi birazdan anlayacaksınız.
Can ve arkadaşı Gazi bakanın odasına girerler.Tombul yanaklı olanı bakanın yanına yaklaşarak ''babacım merhaba,biliyorsun bir süredir Gazi ile para biriktiriyoruz,Amerikaya gideceğiz eğer seninde iznin olursa'' der.
Hasan Ali Bey kısa bir sessizliğin ardından oğlu Can'a dönüp dışarıda beklemesini söyler.Can çıktıktan sonra Gazi ye aynen şunları söyler ''Bak evladım,ben sizler gibi başarılı öğrencilerin yurt dışında öğrenim görmesini her zaman desteklerim. Fakat bir bakan olarak oğlumu Amerika'ya gönderirsem, bunu başkaları farklı değerlendireceklerdir. Bu yüzden sadece sana burs vereceğim. Gerekli işlemlerin yapılması için talimatı veririm az sonra. Hayırlı olsun '' .
Can dışarıda merakla beklerken Gazi odadan çıkar,ve sadece kendisinin Amerikaya gidebileceğini söyler Can'a.Can en ufak bir tereddüte düşmeden cebindeki parasını çıkarıp Gazi'ye verir.Bu hikayedeki Gazi şu an dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından Gazi YAŞARGİL'dir.
Bütün bunları yazmamın bir nedeni var elbette..
Can babanın yattığı yer olan Datça'da bir grup ''ÖKÜZ'' mezarı harap etmişler.Akıllarınca ders vermişler Can babaya ve onu sevenlere.Demek ki öküzlerin aklı bu kadar çalışabiliyor.
Sen ölüden ne istersen be dangalak.Hadi Can Yücel'i sevmiyorsunda azcık allahındamı yok mezarlığı parçalıyorsun.Ama yook sana sorsak en dindar sensindir.
Neyse Can baba izliyordur bizi oralardan.En derin saygılarımı sunuyorum..Bizimlesin her zaman..
18 Ağustos 2011 Perşembe
Araba Kullanmak Keyiftir
Araba kullanmak çoğu insan için bir yerden bir yere ulaşmak için yapılan bir eylemdir.Zaten arabanın yapılış amacıdır budur aslında.
Ancak araba kullanmak diyip geçmek arabaya haksızlık olur.arabaya haksızlık olduğu gibi yapılan bu ''kullanmak'' eylemine de haksızlık olur bence.
Araba kullanmaktan zevk alan insan sayısı azdır diye tahmin ediyorum.özellikle büyük şehirlerde oluşan trafik yoğunluğu bu zevk alma meselesini bir yerde haklı olarak yok etmektedir.
Ancak ne olursa olsun direksiyonun başına geçmekten keyif alan bir topluluk var.Ve ben o topluluğun içerisindeyim.Arabanın markası,modeli çok önemli değil.ister vosvos olsun,ister BMW.Ne olursa olsun o koltuğa oturmak bana hep keyif vermiştir.
Bu bir hobi haline dönüştü neredeyse.Hiçbir işim yokken arabaya binip o zevki tatmak için yollara düştüğüm çok olmuştur.
Bahsettiğim hız yapmak ya da kurallara uyumadan manyak gibi araba kullanmak değil.Sadece o aracın kontrolünün sende olması müthiş bir duygu.
Bu yaşlarda bu kıvama geleceğim ortaokuldayken babamın arabasını kaçırıp polise yakalanmamdan belliymiş belki de.
Ancak yine de siz siz olsun araç kullanırken dikkatinizi sadece yola verin.
16 Ağustos 2011 Salı
Mahalle
Ceplerime çekirdek doldurdum birsürü..
Kocaman şişti cebim.Sanki cebimde oynamaya indirdiğim uzaktan kumandalı arabam vardı,birde tek dal sigara.
Üstümde bir şort,kısa kollu birde tişört.En eski ayakkabımı giydim,çocukken mahallede futbol oynamaya giderken yaptıgım gibi.Ama bu sefer mahallede beni bekleyen kimse yoktu.Bunu biliyordum ama bilmemezlikten geliyordum.
Cebime çekirdekleri doldururken bir avuç daha fazla koymak için can attım, belli hepsini yiyemezdim ama olsun ben daha çok istiyordum.İçimdeki çocuk öyle istiyordu daha doğrusu.Daha çok,daha çok.Çocukça bi açgözlülük kapladı bi anda içimi.Belki mahallede ki çocuklara dağıtırım diye düşündüm.
Eskiden olduğu gibi düştüğümde diz kapağım kanasın diye de şort giymiştim.
Bide pinokyo bisikletim olsa,düştüğümde kollarım çizilirdi belki,eskisi gibi.
Bu düşüncelerle indim aşağı.Aşağıda mahalle falan yoktu,mahallede beni bekleyen kimse de yoktu,üzerinden dengemi kaybedip düşeceğim pinokyo bir bisikletimde yoktu.
Sadece hızlı hızlı yürüyerek kilo vermeye çalışan teyzeler vardı.Birde tek başlarına yürüken telefonla konuşan amcalar.Kocaman sitede konuşabilecek sadece bir ''telefon'' bulabilen amcalar.Ve hızlı hızlı adımlarla yürüyen teyzeler vardı aşağıda.
Bense yıldızlarla konuşabildiğini sanan bir deli gibi sadece gökyüzünü izleyebildim.Ne mahallede maç yapabildim çocukluğumdaki gibi,ne de pinokyo bisikletime binebildim.
Sadece gökyüzünü izledim.
İstiklal'in de pek tadı kalmadı
İlk başta Kadıköy'de barlar sokağına bir grup öküz saldırdı.Bu öküzler içki içenlere akıllarınca ders verdiler.Neden,çünkü bildiğin öküzler.
Daha sonra İstiklalde masa kavgası başladı.
İstiklali bilen bilir.
Her yerde içebilirsiniz.İçkisiz mekan azdır.Çok içme meraklısı olduğumdan değil ama içen içer arkadaş.Zabıtalar bir dadandı buralara yaz sıcağında işletmecilerin dışarıdaki bütün masaları toplandı.
Camiyi çalan kılıfını hazırladı.''Yasalar böyle kardeeşim'' dedi zabıtalar.
Şimdi de İstiklalde ki sokak müzisyenlerine dadandılar.Geceleri adım başı bir müzisyeni görebilirsiniz,daha doğrusu görebilirdiniz.Zaz çalan tatlı mı tatlı bi amcam vardı.3 şarkı çaldıktan sonra para istediğini belli etmek için ''yoruldum ben'' derdi.
Artık o da olmayacak orada.
Pek tadı tuzu kalmadı anlayacağınız.
Neden böyle oldu peki...
17 Ağustos 1999
17 ağustos 1999,saat 03:01
Marmara'da yer yerinden oynadı.
Resmi rakamlara göre 17000. Resmi olmayan rakamlara göre ise 50000 kişi hayatını kaybetti.
Sadece 17 Ağustos yıl dönümünde depremi hatırlayanlar gibi yapmak istemiyorum,ancak bu konu hakkında söyleyeceklerimin bu güne gelmesi biraz da tesadüfidir.
Her neyse o kara günde henüz 10 yaşındayım.Depremi falan bildiğim pek söylenemez.Oturduğumuz bölge de depremle pek haşır neşir olan bir yer değil.O gün için aklımda kalan tek şey gece yattık;sabah kalktığımızda 20000 civarında insan enkaz altında kalmış.Yaş küçük malum çok bir şey anladığımdan değil ama televizyonda her kanalda duyduğum ''ölüm'' lafı beni korkutmuştu.Olayın ciddiyetini,vahimliğini yaşım ilerledikçe anladım.Dile kolay on binlerce insan.
Peki onbinlerce ölümün nedeni neydi.Deprem mi öldürmüştü insanları,yoksa binalarmı.Tabi ki binalar öldürmüştü.Deprem;yağmurun yağması gibi normal bir doğa olayıydı ama insan müsvettelerinin çala çırpa yaptıkları binalar doğal bir olay değildi.Tam bir cinayetti.
Ölümlerin çoğu,çakma müteahhit veli göçer denen dingilin yaptığı binalarda gerçekleşmişti.Deniz kumundan yaptığı binalar binlerce insanın hayatına mal olmuştu.O güne kadar denetimlerini gerçekleştirmemiş zamane hükümetleride ayrı bir değerlendirme konusu.
Peki günümüz hükümeti ne iş yaptı bugüne kadar.Neleri onardı,nereleri güçlendirdi?
Bir elin parmaklarından az sayıda iş yaptılar.Sadece depremi bekliyoruz ellerimiz kollarımız bağlı.Her yeni ufak sarsıntıda 3 gün boyunca tv lerde deprem bilginleri! çıkıp konuşuyorlar.Bu moda oldu.Birinin ak dediğine diğeri kesinlikle kara diyor.Onlarında pek bir şey bildiğini sanmıyorum.
Şu an bir deprem olsa,allah korusun, ne hale geleceğimizi düşünemiyorum.Çünkü ortada ne hastane kalacak,ne de yol.Merak etmeyin iki tane hastane ayakta kalsa bile oraya gidecek yol bulamayacağız.
Çok karamsar şeyler yazdım ama malesef bunlar gerçek.
Tek dileğimiz bir an önce yetkililerin ders alması! Ama pek sanmıyorum böyle bir olayın gerçekleşeceğini.
Biz en iyisi yine evimizde paşa paşa oturup gelecek depremi bekleyelim.
8 Ağustos 2011 Pazartesi
Haydarpaşa
Haydarpaşa bu ülkenin ve bu kimi zaman kasvetli,kimi zaman şehvetli,kimi zaman acımasız şehrin,İstanbulun bir bebeğidir.Hepimizden büyük hepimizden eski bir bebek.Tüm ihtiraslara,tüm yalanlara yıllardır boyun eğmeyen dimdik ayakta durabilen tek nesnesidir belkide bu kalabalık şehirde.Acılara,yalanlara tüm üçkağıtlara rağmen ayakta durmayı başarabilen tek o var aramızda.Belki de en büyük saygıyı o yüzden hakediyor .
Yapımına 30 mayıs 1906 da başlanan bu tarihi çınar 19 ağustos 1908 de bugunkü görünümüne kavuşmuş.O günkü şartlara göre çok kısa bir sürede yapımı gerçekleştirilen bu tarihi gar Alman ve İtalyan mühendislerin eseri.
103 yıllık geçmişinde ne ayrılıklara,ne kavuşmalara ne büyük kavgalara şahit olmuştur kimbilir.Dile kolay 103 yıldır dimdik ayakta duran,İstanbulun simgesi olan bu gar son zamanlarda insanoğlunun açgözlülüğünün kurbanı olmaktan son anda yırtmıştır deyim yerindeyse.Geçtiğimiz kasım ayında nedeni hala belli olmayan! bir yangınla en üst katı kullanılamaz hale gelmiştir.Faili meçhul cinayetlerle dolu ülkemizde bu garın en üst katının hangi dingil tarafından yakıldıgının ne önemi olabilir ki.Faili meçhulleri bulamayan bizler haydarpaşa yangınının kim ya da kimler tarafından,ne için çıkarıldıgını bulabilir miyiz sizce? Ben hiç ama hiç sanmıyorum.Unutuluup gitti bile.Yüz yıldır ayrılıklara,aşklara,belki de ölümlere sahne olan bu gar bütün bu pisliklere rağmen hala ayakta.ve durmayada devam edecek.
6 Ağustos 2011 Cumartesi
Bilgisayar Oyunları
Bilgisayar yararlı kullanıldıgında çok güzel birşey tabii ki,ama işin cılkını çıkarıncada ne meret bişey değil mi?Yoksa sadece ben mi böyle düşünüyorum.Umarım yalnız değilimdir.Karşısında saatlerce vakit geçirebilğimiz bu teknolojik alet aslında geleceğimize tehlike arzetmekte diye bi laf atsam ortaya beni topa tutarlar mı bilmem ama ben lafımın babalar gibi arkasında dururum.Nedeni şu ki;gün geçtikçe artan bilgisayar oyunları nereye gidiyor arkadaş?Bizim zamanımzda en fazla maç falan yapardık biz karşımızdaki ekranla,gol atınca sevinirdik manyak gibi,işimiz futbolcularlaydı.Ya da mario denen bi amca vardı.Böyle değişik bi şapkası vardı amcanın,kısa boylu fodul bişeydi kendisi.Ama sevimliydi eli yüzü düzgündü. Ulan şimdiki oyunları görüyorum,kardeşim oynuyor 7/24.Ya terörist oluyolar oyunda ya da hırsız.Başka bi bok yok.Ellerinde çoğu ülkenin ordusunda bile olmayan silahlarla karşılarındakini öldürmeye çalışıyorlar,işin korkutucu yanı öldürünce acaip sadist bi zevk duyuyorlar.Zannedersin ki adam ay'a çıktı.Ulan altı üstü hayali bi mahlukatı öldürdün.Manyakmısın,ne bu sevinç.Bu oyunların adam öldürmeyi çok ama çok kolaymış gibi gösterdiğini anlamak için üstün zekalı bişey olmaya gerek yok. Ki değilimde zaten,öyle bi iddiam yok.Bunlar büyünce de çok kolay adam öldürebilecek yaratıklar haline gelecek.İşte benim korktğum nokta bu.Mesela GTA diye bi oyun var ulan yolda yürüyen adamın ağzını burnunu kırıp arabasını çalıp götürüyosun,bu ne lan.Teksasda bile bu kadar adli vaka olmaz heralde.
Oyunların yasaklanması bir çözüm olabilir ama ülkede ne yasaklar deliniyo,oyun yasağımı dinlenecek sanki.Umarım gelecek nesli karşımızda elinde c4,suratında bi gaz maskesi sokaklarda dolaşırken görmeyiz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)