31 Ağustos 2011 Çarşamba

uzun ince bir yol


   Yollar;doğduğumdan beri kaç kilometre yol gitmişimdir acaba?Ne kadar yol yapmışımdır,toplasam dünyanın etrafını dönmeye yeter mi ki.

     Böyle abuk sabuk düşüncelerle bilmem kaçıncı yolculuğuma çıktım..Bayram tatili,haftasonu tatili,cart tatili,curt tatili derken kocaman olan tatili değerlendirelim dedik..

    Otobüsün en ön koltuğundan bazı izlenimlerim var sizlere ; İstanbul Ankara arası Türkiye de'ki en kolay yollardan biri aslında.Ülkemizde adam gibi olan tek otoban burasıdır herhalde.Hiçbir yere girmeden 5 saatte Ankara'ya ulaşıyor otobüsler.Ama benim tercih ettiğim firma mola da kendi tesisine girmek için bir saati boşa harcayınca yol biraz uzuyor.Olsun yine de zevkli.şeritleri ayıran çizgileri falan sayıyosun sıkılınca.Düşünün o kadar da yavaş gidiyoruz.

   Bolu'ya ayrı bir parantez açmam gerekiyor sanırım.Mola verdiğimiz yerde otobüsten inince resmen oksijen çektim içime.Katkısız,mazotsuz oksijendi.Uzun zaman olmuş böyle temiz hava görmeyeli.Alabildiğim kadar nefes aldım yarım saat içinde.Yemyeşil dağları izlemekte ayrı bir keyif oldu..
   
   Neyse ben kulaklığımı takıp yolu seyretmeye devam edeyim.İyi bayramlaaar..

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Muhaliflerin Sesi; Ali Ferzad !


  
    Karikatür;insanların düşüncelerini,duygularını en güzel ve ilgi çekici biçimde yansıtma sanatıdır.Evet bu bir sanattır ve karikatüristler sanatçıdır.Hemde toplumun en değerli sanatçıları içerisindedirler.

    Karikatürist korkmaz,çekinmez,düşündüğünü yazar,düşündüğünü çizer.

    Toplumda baskı ne kadar artarsa karikatüristin özgürlük alanı o kadar daralır fakat üzerine düşen sorumlulukta bir o kadar artar.

     Suriye'de Esad devrilmek üzere.Muhalifler büyük isyan içerisindeler.Muhalifler içerisinde birisi var ki en büyük saygıyı hakediyor.Ali Ferzad.Muhalif karikatürist,çizer.Suriye lideri Esad ve Mübarek'i birlikte otostop yaparken gösterdiği bir karikatür çizmişti.Ali Ferzad'ı sokakta yürürken Suriye'li güvenlik güçleri yada Esad yanlıları kaçırıyor ve birdaha çizmesin diye parmaklarını kırıyorlar,sakalını kesiyorlar ve başına poşet takıp sokağa atıyorlar.

     Bu insanlığa yapılan en büyük hakaretlerden birisidir.İnsanı insan olduğuna utandıracak rezil bir harekettir ve ancak Suriye gibi geri kalmış,demokrasiyi kaldıramamış dikta ülkelerinde olur.

     Leman son sayısında Ali Ferzad'a açık bir mektup yazarak onun yanında olduğunu belirtip,gelecek sayısında Suriye ile ilgili karikatürler koyarak altına Ali Ferzad'ın imzasını atacağını duyurdu.Leman'ı buradan en içten duygularımla selamlıyorum,saygılarımı iletiyorum.

    Belki sesim çok çıkmaz ama hem Ali Ferzad'ın hem de Leman'ın yanında duruyorum,ve bununla gurur duyuyorum..

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Akıl fikir delisi- 3


  

  Bekar evi temizliğinden kasıt tek yaşayan erkeklerin evlerini temizleme olayıdır.Birçok komplike işi gerektiren bu işlem hakkında bir takım tespitlerim var.Bu tespitleri kendi evimden ve yalnız yaşayan arkadaşlarımın evlerinden yaptığımı belirtmek isterim.

   Öncelikle bekar evi denen olgu çok eski zamanlardan beri süregelen bir şeydir.Genelde bekar yaşayan erkekler öğrenci olduklarından evi b.k götürmesi olasıdır.

   Ancak bu genelleme dışında kalan istisna bekar evleri de mevcuttur.Onları tenzih ederim.Bu evler genelde mikropların en sevdiği ev gruplarındandır.Evde her gün temizlik yapan bir anne yada eş olmadığından mikroplar tarafından sevilir bekar evleri.

   Haftada bir,bilemedin iki kez yemek yapılan mutfaklara sahip olan bekar evleri buna rağmen mutfak pisliği bakımından son derece ileri bir seviyededir.Yemek derken türlü,et sote gibi şeyler değil canım;makarna altı üstü.Üç gün önce yapılmış ve bulaşık tencere lavobonun içinde unutulmuşsa makarna kalıntıları artık evrimleşerek bambaşka bir şey haline gelmiştir.Tarif etmem imkansız çünkü tarifsiz bir kıvama gelir makarna artıkları.

   Salon diye bir kavram yoktur.Bekara her yer salondur.Yatak odası da var ile yok arasındadır,zira bekar adam nerde uykusu gelirse orda yatıp uyuyabilme yeteneğine sahiptir.Televizyonun ya da ışığın açık-kapalı olması pek farketmez.

    Temizlik işlerine anne yada eş değil bekarın bizzat kendisi bakmaktadır.E bu nedenle temizlik ayda bir kez yapılır.Malum öğrenci milleti yoğundur! Yiğidi öldür hakkını yeme,bekar bir adam çok güzel temizlik yapar.Hoş canı çıkar bu temizliği yaparken ama temizlik konusunda bir süre sonra uzmanlaşmışdır.Peki neden uzmanlaştığı halde evi b.k götürmektedir.Bunun nedeni erkek denen varlığın özünde ev temizleme içgüdüsünün az miktarda bulunmasıdır.

   Bekar,evi temizler ''ohh be miss gibi oldu'' demesinden yaklaşık yarım saat sonra kapı çalar.Gelen diğer bekargillerdir.Ve ev yaklaşık 1 saat içerisinde tekrar eski pisliğine,yani özüne kavuşur.

   İşin özü bekar evleri bildiğiniz evlerden değildir.

21 Ağustos 2011 Pazar

Can baba bize bakıyor..



     Can YÜCEL..O'nu kelimelerimle anlatmak,anlatmaya çalışmak haddim değil.Bunu bilerek başlıyorum yazmaya.Kelimelerle dans eden bu yüce adamın başından geçen bir hikaye ile devam edicem.

    Malum dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel. Can Yücel'in babası aynı zamanda.Önce milli eğitim bakanı,sonra Can Yücel'in babası.neden böyle dediğimi birazdan anlayacaksınız.

   Can ve arkadaşı Gazi bakanın odasına girerler.Tombul yanaklı olanı bakanın yanına yaklaşarak ''babacım merhaba,biliyorsun bir süredir Gazi ile para biriktiriyoruz,Amerikaya gideceğiz eğer seninde iznin olursa'' der.

   Hasan Ali Bey kısa bir sessizliğin ardından oğlu Can'a dönüp dışarıda beklemesini söyler.Can çıktıktan sonra Gazi ye aynen şunları söyler ''Bak evladım,ben sizler gibi başarılı öğrencilerin yurt dışında öğrenim görmesini her zaman desteklerim. Fakat bir bakan olarak oğlumu Amerika'ya gönderirsem, bunu başkaları farklı değerlendireceklerdir. Bu yüzden sadece sana burs vereceğim. Gerekli işlemlerin yapılması için talimatı veririm az sonra. Hayırlı olsun '' .

   Can dışarıda merakla beklerken Gazi odadan çıkar,ve sadece kendisinin Amerikaya gidebileceğini söyler Can'a.Can en ufak bir tereddüte düşmeden cebindeki parasını çıkarıp Gazi'ye verir.Bu hikayedeki Gazi şu an dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından Gazi YAŞARGİL'dir.


   Bütün bunları yazmamın bir nedeni var elbette..

   Can babanın yattığı yer olan Datça'da bir grup ''ÖKÜZ'' mezarı harap etmişler.Akıllarınca ders vermişler Can babaya ve onu sevenlere.Demek ki öküzlerin aklı bu kadar çalışabiliyor.

   Sen ölüden ne istersen be dangalak.Hadi Can Yücel'i sevmiyorsunda azcık allahındamı yok mezarlığı parçalıyorsun.Ama yook sana sorsak en dindar sensindir.

    Neyse Can baba izliyordur bizi oralardan.En derin saygılarımı sunuyorum..Bizimlesin her zaman..


18 Ağustos 2011 Perşembe

Araba Kullanmak Keyiftir


    Araba kullanmak çoğu insan için bir yerden bir yere ulaşmak için yapılan bir eylemdir.Zaten arabanın yapılış amacıdır budur aslında.

   Ancak araba kullanmak diyip geçmek arabaya haksızlık olur.arabaya haksızlık olduğu gibi yapılan bu ''kullanmak'' eylemine de haksızlık olur bence.

    Araba kullanmaktan zevk alan insan sayısı azdır diye tahmin ediyorum.özellikle büyük şehirlerde oluşan trafik yoğunluğu bu zevk alma meselesini bir yerde haklı olarak yok etmektedir.

   Ancak ne olursa olsun direksiyonun başına geçmekten keyif alan bir topluluk var.Ve ben o topluluğun içerisindeyim.Arabanın markası,modeli çok önemli değil.ister vosvos olsun,ister BMW.Ne olursa olsun o koltuğa oturmak bana hep keyif vermiştir.

   Bu bir hobi haline dönüştü neredeyse.Hiçbir işim yokken arabaya binip o zevki tatmak için yollara düştüğüm çok olmuştur.

   Bahsettiğim hız yapmak ya da kurallara uyumadan manyak gibi araba kullanmak değil.Sadece o aracın kontrolünün sende olması müthiş bir duygu.

   Bu yaşlarda bu kıvama geleceğim ortaokuldayken babamın arabasını kaçırıp polise yakalanmamdan belliymiş belki de.

   Ancak yine de siz siz olsun araç kullanırken dikkatinizi sadece yola verin.

16 Ağustos 2011 Salı

Mahalle

  

   Ceplerime çekirdek doldurdum birsürü..

   Kocaman şişti cebim.Sanki cebimde oynamaya indirdiğim uzaktan kumandalı arabam vardı,birde tek dal sigara.

   Üstümde bir şort,kısa kollu birde tişört.En eski ayakkabımı giydim,çocukken mahallede futbol oynamaya giderken yaptıgım gibi.Ama bu sefer mahallede beni bekleyen kimse yoktu.Bunu biliyordum ama bilmemezlikten geliyordum.

   Cebime çekirdekleri doldururken bir avuç daha fazla koymak için can attım, belli hepsini yiyemezdim ama olsun ben daha çok istiyordum.İçimdeki çocuk öyle istiyordu daha doğrusu.Daha çok,daha çok.Çocukça bi açgözlülük kapladı bi anda içimi.Belki mahallede ki çocuklara dağıtırım diye düşündüm.

   Eskiden olduğu gibi düştüğümde diz kapağım kanasın diye de şort giymiştim.

   Bide pinokyo bisikletim olsa,düştüğümde kollarım çizilirdi belki,eskisi gibi.

   Bu düşüncelerle indim aşağı.Aşağıda mahalle falan yoktu,mahallede beni bekleyen kimse de yoktu,üzerinden dengemi kaybedip düşeceğim pinokyo bir bisikletimde yoktu.

   Sadece hızlı hızlı yürüyerek kilo vermeye çalışan teyzeler vardı.Birde tek başlarına yürüken telefonla konuşan amcalar.Kocaman sitede konuşabilecek sadece bir ''telefon'' bulabilen amcalar.Ve hızlı hızlı adımlarla yürüyen teyzeler vardı aşağıda.

   Bense yıldızlarla konuşabildiğini sanan bir deli gibi sadece gökyüzünü izleyebildim.Ne mahallede maç yapabildim çocukluğumdaki gibi,ne de pinokyo bisikletime binebildim.

   Sadece gökyüzünü izledim.

İstiklal'in de pek tadı kalmadı


   
   İlk başta Kadıköy'de barlar sokağına bir grup öküz saldırdı.Bu öküzler içki içenlere akıllarınca ders verdiler.Neden,çünkü bildiğin öküzler.

   Daha sonra İstiklalde masa kavgası başladı.

   İstiklali bilen bilir.

   Her yerde içebilirsiniz.İçkisiz mekan azdır.Çok içme meraklısı olduğumdan değil ama içen içer arkadaş.Zabıtalar bir dadandı buralara yaz sıcağında işletmecilerin dışarıdaki bütün masaları toplandı.

  Camiyi çalan kılıfını hazırladı.''Yasalar böyle kardeeşim'' dedi zabıtalar.

   Şimdi de İstiklalde ki sokak müzisyenlerine dadandılar.Geceleri adım başı bir müzisyeni görebilirsiniz,daha doğrusu görebilirdiniz.Zaz çalan tatlı mı tatlı bi amcam vardı.3 şarkı çaldıktan sonra para istediğini belli etmek için ''yoruldum ben'' derdi.

   Artık o da olmayacak orada.

   Pek tadı tuzu kalmadı anlayacağınız.

   Neden böyle oldu peki...

17 Ağustos 1999




  17 ağustos 1999,saat 03:01

   Marmara'da yer yerinden oynadı.

   Resmi rakamlara göre 17000. Resmi olmayan rakamlara göre ise 50000 kişi hayatını kaybetti.


   Sadece 17 Ağustos yıl dönümünde depremi hatırlayanlar gibi yapmak istemiyorum,ancak bu konu hakkında söyleyeceklerimin bu güne gelmesi biraz da tesadüfidir.

   Her neyse o kara günde henüz 10 yaşındayım.Depremi falan bildiğim pek söylenemez.Oturduğumuz bölge de depremle pek haşır neşir olan bir yer değil.O gün için aklımda kalan tek şey gece yattık;sabah kalktığımızda 20000 civarında insan enkaz altında kalmış.Yaş küçük malum çok bir şey anladığımdan değil ama televizyonda her kanalda duyduğum ''ölüm'' lafı beni korkutmuştu.Olayın ciddiyetini,vahimliğini yaşım ilerledikçe anladım.Dile kolay on binlerce insan.

    Peki onbinlerce ölümün nedeni neydi.Deprem mi öldürmüştü insanları,yoksa binalarmı.Tabi ki binalar öldürmüştü.Deprem;yağmurun yağması gibi normal bir doğa olayıydı ama insan müsvettelerinin çala çırpa yaptıkları binalar doğal bir olay değildi.Tam bir cinayetti.
Ölümlerin çoğu,çakma müteahhit veli göçer denen dingilin yaptığı binalarda gerçekleşmişti.Deniz kumundan yaptığı binalar binlerce insanın hayatına mal olmuştu.O güne kadar denetimlerini gerçekleştirmemiş zamane hükümetleride ayrı bir değerlendirme konusu.

    Peki günümüz hükümeti ne iş yaptı bugüne kadar.Neleri onardı,nereleri güçlendirdi?

    Bir elin parmaklarından az sayıda iş yaptılar.Sadece depremi bekliyoruz ellerimiz kollarımız bağlı.Her yeni ufak sarsıntıda 3 gün boyunca tv lerde deprem bilginleri! çıkıp konuşuyorlar.Bu moda oldu.Birinin ak dediğine diğeri kesinlikle kara diyor.Onlarında pek bir şey bildiğini sanmıyorum.

    Şu an bir deprem olsa,allah korusun, ne hale geleceğimizi düşünemiyorum.Çünkü ortada ne hastane kalacak,ne de yol.Merak etmeyin iki tane hastane ayakta kalsa bile oraya gidecek yol bulamayacağız.

    Çok karamsar şeyler yazdım ama malesef bunlar gerçek.

    Tek dileğimiz bir an önce yetkililerin ders alması! Ama pek sanmıyorum böyle bir olayın gerçekleşeceğini.

     Biz en iyisi yine evimizde paşa paşa oturup gelecek depremi bekleyelim.


8 Ağustos 2011 Pazartesi

Haydarpaşa

      
   Haydarpaşa bu ülkenin ve bu kimi zaman kasvetli,kimi zaman şehvetli,kimi zaman acımasız şehrin,İstanbulun bir bebeğidir.Hepimizden büyük hepimizden eski bir bebek.Tüm ihtiraslara,tüm yalanlara yıllardır boyun eğmeyen dimdik ayakta durabilen tek nesnesidir belkide bu kalabalık şehirde.Acılara,yalanlara tüm üçkağıtlara rağmen ayakta durmayı başarabilen tek o var aramızda.Belki de en büyük saygıyı o yüzden hakediyor .

    Yapımına 30 mayıs 1906 da başlanan bu tarihi çınar 19 ağustos 1908 de bugunkü görünümüne kavuşmuş.O günkü şartlara göre çok kısa bir sürede yapımı gerçekleştirilen bu tarihi gar Alman ve İtalyan mühendislerin eseri.

      103 yıllık geçmişinde ne ayrılıklara,ne kavuşmalara ne büyük kavgalara şahit olmuştur kimbilir.Dile kolay 103 yıldır dimdik ayakta duran,İstanbulun simgesi olan bu gar son zamanlarda insanoğlunun açgözlülüğünün kurbanı  olmaktan son anda yırtmıştır deyim yerindeyse.Geçtiğimiz kasım ayında nedeni hala belli olmayan! bir yangınla en üst katı kullanılamaz hale gelmiştir.Faili meçhul cinayetlerle dolu ülkemizde bu garın en üst katının hangi dingil tarafından yakıldıgının ne önemi olabilir ki.Faili meçhulleri bulamayan bizler haydarpaşa yangınının kim ya da kimler tarafından,ne için çıkarıldıgını bulabilir miyiz sizce? Ben hiç ama hiç sanmıyorum.Unutuluup gitti bile.Yüz yıldır ayrılıklara,aşklara,belki de ölümlere sahne olan bu gar bütün bu pisliklere rağmen hala ayakta.ve durmayada devam edecek.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Bilgisayar Oyunları

   Bilgisayar yararlı kullanıldıgında çok güzel birşey tabii ki,ama işin cılkını çıkarıncada ne meret bişey değil mi?Yoksa sadece ben mi böyle düşünüyorum.Umarım yalnız değilimdir.Karşısında saatlerce vakit geçirebilğimiz bu teknolojik alet aslında geleceğimize tehlike arzetmekte diye bi laf atsam ortaya beni topa tutarlar mı bilmem ama ben lafımın babalar gibi arkasında dururum.Nedeni şu ki;gün geçtikçe artan bilgisayar oyunları nereye gidiyor arkadaş?Bizim zamanımzda en fazla maç falan yapardık biz karşımızdaki ekranla,gol atınca sevinirdik manyak gibi,işimiz futbolcularlaydı.Ya da mario denen bi amca vardı.Böyle değişik bi şapkası vardı amcanın,kısa boylu fodul bişeydi kendisi.Ama sevimliydi eli yüzü düzgündü. Ulan şimdiki oyunları görüyorum,kardeşim oynuyor 7/24.Ya terörist oluyolar oyunda ya da hırsız.Başka bi bok yok.Ellerinde çoğu ülkenin ordusunda bile olmayan silahlarla karşılarındakini öldürmeye çalışıyorlar,işin korkutucu yanı öldürünce acaip sadist bi zevk duyuyorlar.Zannedersin ki  adam ay'a çıktı.Ulan altı üstü hayali bi mahlukatı öldürdün.Manyakmısın,ne bu sevinç.Bu oyunların adam öldürmeyi çok ama çok kolaymış gibi gösterdiğini anlamak için üstün zekalı bişey olmaya gerek yok. Ki değilimde zaten,öyle bi iddiam yok.Bunlar büyünce de çok kolay adam öldürebilecek yaratıklar haline gelecek.İşte benim korktğum nokta bu.Mesela GTA diye bi oyun var ulan yolda yürüyen adamın ağzını burnunu kırıp arabasını çalıp götürüyosun,bu ne lan.Teksasda bile bu kadar adli vaka olmaz heralde.

    Oyunların yasaklanması bir çözüm olabilir ama ülkede ne yasaklar deliniyo,oyun yasağımı dinlenecek sanki.Umarım gelecek nesli karşımızda elinde c4,suratında bi gaz maskesi sokaklarda dolaşırken görmeyiz.