6 Eylül 2017 Çarşamba

Liechtenstein...



Dünya üzerinde yüzlerce ülke var belki de, bir çoğunu bildiğimiz ülkeler oluşturur. Ama bazen ismen kulağımıza çalınmış olsa da hakkında çok da bilgi sahibi olmadıklarımız da çıkar. Aslında yakınlarımızda olduğu halde, küçüklüğü nedeniyle belki yakın zamana kadar pek kimsenin bilmediği bir ülke idi Liechtenstein. 
Ülkemizde tanınması daha çok futbol sayesinde olmuştur, milli maçlarda San Marino ile birlikte bir averaj takımı olmuş ve her zaman son sıralarda yer almıştır gruplarında. Rakiplerine gol atmayı bile nadiren başarabilmişlerdir.
Ama kendileri bu durumdan çok rahatsız değiller sanırım, reklamın iyisi kötüsü olmaz mantalitesi ile bu durum kimi zaman hoşlarına gitmiş izlenimi yarattı bende.
Şöyle ki ülkenin nüfusu 37.666, yani bizim ‘küçük ilçelerimiz’ kadar kalabalık ‘’koca’’ ülke. Doğal olarak da bir reklam ihtiyacı doğuyor ve bunu da futboldaki başarısızlık ile hallediyorlar. Bunu aşağılamak için söylemiyorum, güzel bir PR örneği aslında. 37.666 kişilik ülkeden bir milli takım çıkarıp, bununla uluslararası organizasyonlara katılmak çok güzel bir şey.
Ülke ile ilgili ilgi çekici bilgiler var.. Mesela bu küçük ülke İsviçre ile Avusturya arasında yer almaktadır. Böyle iki büyük ülkenin arasında yer alıp, ufacık tefecik oraya sığışmak güzel bir şey aslında.
160 kilometre kare yüzölçümü ile dünyadaki en küçük ülkeler sıralamasına 6. sıradan katılmaktadır. Buna bağlı olarak da sınırlarının uzunluğu 76 kilometrecik uzunluğundadır.
Ülke aslında büyük bir bölümünü, neredeyse yarısını, Ren Vadisi kaplamaktadır. Diğer yarısı ise Alp Bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Liechtenstein, Özbekistan ile birlikte kendisinin ve komşularının denize kıyısı bulunmayan iki ülkeden biridir. Düşünsenize, kendi ülkenin denize sınır yok, komşu ülkelerin de yok. Çekilecek dert değil gerçekten. 
Zaten ülkenin denize en yakın noktası de 430 metre irtifada, en yüksek noktası ise 2599 metre yükseklikte. 
Ülke nüfusunun %35 i yabancı, bunlardan  885 i ise Türk Vatandaşı. İşsizlik oranının %2.4 olduğu ülkede İsviçre Frangı resmi para birimi.
Spor ile ilgili kısım ise bahsettiğimiz gibi bu kadar küçük bir ülkeden beklenemeyecek derinlikte. Ülke nüfusunun %45’i (15.510) en az bir spor derneğine üye,her 198 Liechtenstein’dan biri de bir spor derneğinin başkanı. En ilginç istatistik ise her 20 Liechtenstein’dan biri aktif futbol oyuncusu.

Sadece futbol değil, kayak konusunda da başarıları vardır; toplam 9 olimpiyat madalyası kazanarak her 3845 Liechtenstein’lıya bir olimpiyat madalyası düşmekte.
Evet, Liechtenstein denen bir ülke var ve 37 binlik nüfusuyla öyle ya da böyle adından söz ettirmeyi başarmış, olimpiyat madalyaları var..

5 Eylül 2017 Salı

Farklı Bir Bakış Açısından; Bilgisayar Oyunları

Oyun dünyası dediğin , şu anda içinde bulunduğumuz o koca dünya'dan daha büyük bir yer.
Neden diye sorarsanız insan tarafından inşa edilmiş bir yer. Nasıl istersen öyle inşa edebileceğin bir dünya.
Ve en güzel yanı da gerçek hayatta yapamadığımız ne varsa yapabiliyoruz.Tamam kabul ediyorum eğer ki bu dünya'da gerçek dünya'da olduğumuzdan daha çok vakit geçirirsek bunun kötü yanlarıda kendini ortaya çıkaracaktır.

Tabii ki bu konuda çoğu insan nerede ve ne zaman durabileceğini biliyor. Zaten bu çizgide kendimizi durdurabilirsek oyun diye adlandırılan şey'in bize çok büyük faydaları olacaktır. Hayal gücünden tut , ingilizce veya başka dilleri öğrenmek gibi.

Ayrıca çok mükemmel bir ortam da sağlıyor insana. Düşünsenize, onlarca ülkede 'arkadaş' olarak edindiğiniz yüzlerce insan olacaktır. Bu insanlarla oyun içerisinde çok eğlenceli vakit geçirebiliyorsunuz. Neredeyse gerçek hayatında tanıdığın insanlar kadar yakın olabiliyorlar sana.

Ve tabii ki işin bir diğer tarafı , rahatlamak. Akşam işten dönüyorsunuz veya okuldan veya herhangi bir yerden hiç fark etmez.
Eve giriyorsunuz , ne dışarı çıkacak haliniz var ne de başka bir şey yapmaya.
Evden çıkamıyorsunuz. Peki evde geçirdiğiniz bu 'boş' olarak adlandırılan
zamanda ne yapabilirsiniz? Tabii ki oyun oynayabilirsiniz.

Öğrenmekte oldugunuz dil ile ilgili kendinizi daha da geliştirebilirsiniz. Başka ülkelerdeki
arkadaşlarınızla eğlenceli vakit geçirip , hemde yorulmadan vaktinizi iyi değerlendirebilirsiniz.

Dünya'da ama özellikle ülkemizde oyuna karşı çok kötü bir bakış açışı var. Yıllar geçmesine rağmen bu düşüncenin nedenini anlayamadım.
Çocuk oyun başına oturduğu zaman ebeveyn'ler çocugun o an hiç bir şey yapmadığını düşünüyor.
Ve yaptıkları en büyük hata da işte tam olarak bu.
İnsan oyun başına geçtiği zaman , hem eğlenceli hemde öğretici bir öğretmenin karşısına geçiyor aslında.
Tek sorun asosyalleşmek. Bu konuyu da insanın kendisi aşmalı ve atlatmalı.

Sonuç olarak,insanların büyük bir kısımı oyuna yanlış taraftan bakıyor ve yanlış değerlendiriyor.
Bu bakış açışı acilen değişmeli bana sorarsanız. .Ne oyunsuz,ne de fazla miktarda oyunun içinde bulunduğu hayat,hayat değildir.
Sadece gerçek anlamda zamanını 'boş' geçirmektir.Bu düşüncenizden vazgeçin ve 1 tane oyun açıp oynamaya başlayın.

Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Utku Can..

4 Eylül 2017 Pazartesi

Havacılık- Uçakların Kimlikleri Kuyruk Tescilleri Neden Var..


Resimde gördüğünüz uçak hayatımda bindiğim ilk uçak.. RJ100 Türk Hava Yolları.. Ankara’dan Erzurum’a giderken annemle binmiştim ilk kez. Lisedeydim, insanın ayaklarının yerden kesilmesi kavramı hep bir deyim olarak yer etmişti aklımda. İlk kez gerçekten havalanacak, yukarıdan bakacaktım her şeye..
Öncesinde birkaç tüyo almıştım nasıl bir şey olduğuyla ilgili, cam kenarına kurulduktan kısa bir süre sonra uçak hareket etti ve az sonra artık havadaydık. Evet işte o an çok güzeldi, tekerlekler yerden kesildi ve her geçen saniye daha da yükseldik ve 11.000 metre..
Her şey küçücük kalmıştı aşağıda; evler, arabalar, tarlalar.. Hayatımda uçarak ilk defa izlediğim o manzara, benim her zaman havacılığa amatör bir tutku duymamı sağladı belki de. Bu blogta da ara sıra "Havacılık'' etiketi ile sizlere içimden geçenleri yazıp, bazı küçük bilgiler vermeyi hedefliyorum. 
Bilinen gerçekleri bir kenara koyup daha değişik, daha ilgi çekici konulara değineceğiz havacılık kısmında. Çeşitli havayollarından pilot ya da kabin ekibi arkadaşlarımızla röportaj yapmak için de fırsat kollayacağız.
Peki bugün hangi konudan bahsedeceğiz? Bir çoğumuz uçağa binmişizdir, binmediysek de en azından televizyonda ya da internette görme fırsatımız olmuştur. Uçakların kuyruklarında birkaç harften oluşan bir şeyler gördünüz mü hiç? Ve hiç düşündünüz mü bunlar ne işe yarar diye? 


Örneğin TC-AZP, bu harfler her uçağın kimliğidir aslında. Teknik adı "Kuyruk tescili" dir. Her uçağın ayrı tescil numaraları vardır. Harflerin başındaki TC ise genellikle hangi ülkeye ait olduğunu ifade eder. Ülkemiz içinde de farklı havayollarının belirli harfleri vardır. Mesela THY’nin uçakları genellikle "J" harfi ile başlar, "J" kombinasyonu tükendiği için şu an "L" ile devam etmekte. Pegasus ise "A" ve "C" harflerini kullanır. Onur Air’de ise "O" harfi ile başlar tesciller. Tüm bu sistemin amacı ise azami dikkat ve özenin gösterilmesi gereken havacılıkta uçakların birbirinden en net şekilde ayrılması ve her birinin tanınmasıdır. Bu konu Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü'nün sitesinde şu şekilde açıklanmıştır: "Bir hava aracının bir ülkeye ait olarak millileşme özelliği kazanabilmesi ülke sivil havacılık otoritesi siciline kaydedilmesi gerekir".
FlightRadar24 isimli bir site var, buraya girdiğinizde bir uçağın kuyruk tescilini arama kısmına yazarak o uçağın o anda nerede olduğunu rahatlıkla izleyebilirsiniz, tabii o an uçuyorsa. Hatta bunu kendinize ufak bir oyun haline getirebilirsiniz. Her uçağa bindiğinizde kuyruk tescilini not alın, daha sonra bir yerde karşılaşırsanız o uçakla, onu tanıyıp, anılarınızı ve yolculuğunuzu hatırlamak hiç zor olmayacaktır.
Havacılıkla ilgili ufak bir not ile başladık ‘Havacılık’ etiketimize. Zamanla daha değişik, daha ilginç şeylere..

3 Eylül 2017 Pazar

Hayvanları Sevmeyen, İnsanları Hiç Sevemez..


Hayvan sevmeyen insan da sevemez diye bir cümle var bu hayatta. Kulağa bu kadar hoş gelen, kulağa bu kadar doğru gelen başka bir söz öbeği duymadım. İnsanoğlu kimi zaman birbirini bile sevemezken, çelme takmak, tuzak kurmak için fırsat kollarken birbirine; kimi insanlar da bu çirkinlikten, bu iki yüzlülükten sıkılıp hayvanlar alemine çevirmişler rotayı.  

Bu insanlardan birisini yakınen tanıma fırsatı buldum ve sizlerle de paylaşmak, iki çift lafın belini kırmak istedim. İstanbul’da yaşıyorsanız sokaktaki kulaklarında çeşitli renklerde küpeleri olan ‘sokak köpeklerini’ illa ki görmüşsünüzdür. Kimi bir köşe başında yatan, kimi iki lokma yemek bulmak için dakikalarca yürüyen. İşte bu dostlarımızı çok sevgili belediyeler çoğu zaman ‘zararlı’ oldukları gerekçesiyle ormanlık bölgelere atmaktalar. Bu ormanlık bölgelerin en bilindiği ise Kurtköy.

Kurtköy’e yolunuz düşerse Okan Üniversitesinin önünden itibaren içerilere doğru bir gidin bakalım. Yüzlerce sahipsiz, terkedilmiş köpekleri göreceksiniz. Her gün, her saat, her dakika birilerinin yollarını gözleyen yüzlerce, binlerce köpek. Hiçbir suçları olmadığı halde, hiçbir günahları olmadığı halde dağ başında ölüme terkedilmiş yüzlercesi.

‘Bazı insanların iyiliği sayesinde dönüyor dünya dönüyorsa’ demiş bir düşünür. Yediğinden, içtiğinden, hayatından kısarak o köpekler yaşasın diye uğraşan bir avuç da insan var koca İstanbul’da. İçlerinden birisi Kurtköy Patileri isimli Facebook grubunu birkaç yıl önce kuran ve o andan itibaren ilk başlarda her Pazar, sonraları ise her gün Kurtköy’de besleme yapan Murat Cem YETKİN. Kendisi aslında bir tekniker, mesaisinden artırdığı her dakika ise Kurtköy Ormanında.


Kurduğu grup kısa süre içerisinde on binlerce hayvan sever tarafından takip edilmeye başlamış. Sonrasında ise her geçen gün bu sayı kat ve kat artmış. Birçok defa ulusal kanallarda haber bültenlerine ve gazetelere haber olmuş Murat.  VİDEO 

Ben Murat’ı hukuki gerekçelerle tanıdım ilk önce, her ne kadar ‘hayvan sever’ dese de bazı insanlar kendilerine, meyve veren ağacı taşlamaktan da öte durmuyorlar. Maalesef çıkar çeşmesi bazıları için durmuyor, ne hayvanseverlik, ne insaniyetlik dinliyor. Meyve verdiği için, taşlana taşlana burasına kadar gelen Murat hukuki destek almak için çalmıştı kapımı. Bu şekilde başladı tanışıklığımız.


Bu yazıyı yazarken kesinlikle bir taraf olarak kaleme almadım hiçbir satırını, gidip yerinde gördüğüm beslemeleri, gecenin bir yarısı yağmur çamur demeden ormanlarda koşturmasını, muhatap olduğu sıkıntıları düşünerek yazdım. Kişisel olarak da değil aslında; Kurtköy’de ki hayvanlara sahip çıkmak isteyen bir grup insanın yazısı bu.

Sadece Kurtköy’de 3000 sahipsiz köpeği yaşatmaya çalışan, gerekirse ceplerinden yiyecek, tedavi ve barınak masraflarını yüklenen birkaç insanın hikayesi..

Yok gidemem ben oraya derseniz de bu linkten onlara ulaşıp nasıl destek olacağınızı öğrenebilirsiniz.

O köpeklerin size gözleriyle nasıl teşekkür ettiğini görmek en büyük manevi haz olacaktır, emin olabilirsiniz.

2 Eylül 2017 Cumartesi

Gezi Turları- Viyana


Madem yazmaya başladık, o halde yazmadığım dört buçuk sene içerisinde kendimizce gezip gördüğümüz şehirleri, ülkeleri, değişik yerleri sizlere anlatmak, gözünüzde canlanmasına bir nebze olsun sebep olmak, ya da anılarınızın canlanmasına sebep olmak belki de amacım..

Nerden başlasam diye düşündüm ve aklıma Viyana geldii.. O zaman hadi aklımızda kalanlarla Viyana’yı anlatalım..

Viyana’ya Kasım ayının ortalarında gitmiştik, Avrupa ülkelerinin genelde soğuk olduğunu biliyorduk fakat, kat ve kat giyindiğimiz halde hala içimizin bu denli üşüyeceğini, titreyeceğimizi tahmin etmemiştik. Karlı ve soğuk Ankara sokaklarının ayazına alışkın, Erzurum’un soğunu yıllarca içine çekmiş bir insan olarak ben bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum. Belki bize denk geldi ama hava 0 derece civarında iken inanılmaz üşütüyordu..

Viyana genel olarak çok sessiz bir şehir izlenimi yarattı bizde, bilmiyorum, belki o soğukta kimse kafayı kırıp hadi şehri gezelim dememiştir, o görev bize kalmıştır. Ama çok merkezi birkaç yeri dışında oldukça sakin ve tenha idi. Şansımıza Christmas Market’in açıldığı döneme denk gelmiştik. Yeni gelen yılı neşeyle, eğlence ile karşılamak isteyen insanların ‘Pazar’ şeklinde kurduğu, hediyelik eşya, süs malzelemeleri gibi şeyleri sattıkları şirin bir alandı. Birçok Avrupa ülkesinde bu pazarları görmek mümkün. Yolunuz düşerse ve kış aylarında gitmek isterseniz Kasım ya da Aralık aylarında açılan bu marketleri görmenizi tavsiye ederim.

Viyana’da lüks ve isim yapmış otellerde kalmak yerine kesinlikle şehir otellerini tercih etmelisiniz, tarihi dokuya hiç dokunulmadan, tarihi doku korunarak otel haline getirilmiş ve sizi yüz yıllar öncesine götüren oteller daha çok hoşunuza gidecektir.. Düşünsenize neredeyse her binanın girişinde yüz yıllara şahitlik yapmış birer heykel, figür.. Ülkemizin bu ‘tarihe saygı’ konusundaki vurdumduymazlığına ayrı bir başlık ayırmam gerekecek kısa süre içerisinde.

Viyana’da görmek isteyeceğiniz tarihi mekanlar bolca mevcut, Belvedere Sarayı ve Schönbrunn Sarayını görmeniz gereken ilk iki yer arasına yazabilirsiniz.

Aklımda kalanlarla küçük de olsa bir Viyana yazısı yazmaya çalıştım, bundan sonra ki geziler çok daha detaylı olacak.

Gezmek, görmek, özellikle başka kültürleri tanımak güzel, belki de en güzel duygulardan..


1 Eylül 2017 Cuma

Bugün Bayram, Erken Kalkın Çocuklar...

Çocukluğumuzda hatırladığımız bayramların tadı kaldı mı pek emin değilim, kalmadı diye düşünüyorum, ama bir yandan da 'çocukken daha tatlıydı zaten herşey' diye de içimden geçirmiyor değilim...

Düşünsene çocuksun, 8 mesela yaşın ve bayram.. O güne kadar 'bayramlık' diye bir sürü şey almışlar sana, yani en azından ayakkabı, pantolon imkanlar dahilinde. Sabah uyanıyorsun herkes şık şık giyinmiş, bayram tebrikleri; hele bir de aile kalabalıksa yeme de yanında yat.. Öpülen eller, dolan cepler mutlu etmez de ne eder adamı, yani çocuğu işte..

Ben bayram için alınan spor ayakkabımı baş ucuma koyup uyuduğumu biliyorum, o kadar bir değerdi, değerliydi onlar.

Yani çocukken herşeyin anlamı çok daha fazlaydı belki de; sevinçlerin de, acıların da.. Doğal olarak bayramlarında..

Yaşlar ilerleyince çoğu zaman sahte birer telefon mesajına dönüşen bayram tebrikleri sadece 'akıllı telefonlarımızın' arşivlerinde ki yerlerini alıyor.. Hele ki herkese atıldığı belli 'genel' yazılmış mesajların benim gözümde zerre değeri yok.. En azından adımı geçir mesajda be arkadaş, diyeyim ki 'adım yazıyor, en azından onu yazma zahmetinde bulunmuş'.. Neyse çok da şey yapmamak lazım !

Biz son iki bayramımızı ailemizden ve memleketlerimizden biraz uzak diyarlarda kutluyoruz.. Sabah uyandığımızda 'bayram sabahına' uyandığımızı biliyoruz ama değerli eşimle.. O benim bayramımı kutluyor, ben onun.. Gerisi sıradan günlerimiz gibi.. Ama insanın içinde hep bir ses çınlıyor 'bayramınız kutlu olsun' diye..

Dünyanın neresinde olursanız olun, arayın, sorun, kutlayın; imkanınız varsa gidin sarılın ve 'iyi bayramlar' deyin..

İyi Bayramlar...